Mila ile 3. günümüz ;
Mila mutfağı, yemek pişirmeyi seviyor
ve gerçekten yetenekli bir aşçı. Baharat
lara, doğal bitki çaylarına ve sağlıklı bes
lenmeye meraklı.
Geçen yıl giderken, ona basit ama farklı
ne yapabilirim diye düşünmüştüm ve
bulgur götürüp kısır yapmıştım. Sonra
tavuklu pilav pişirmiştim. Bayılmıştı,
ayrıntılı olarak tariflerini yazmıştı. Başta
pul biber olmak üzere birçok baharat da
götürmüştüm. Arkadaşlarına kısır yapıp
hava atınca bir sürü baharat siparişi almış.
E tabi herkese ufak hediyeler götürmek
istiyor ve bazı alınması gereken ihtiyaçları
vardı. Yani bugün çarşı pazar günümüz olacak.
Buraya gelmeden önce kaldığı otellerde çok harika ve çok çeşitli yeşillikler, "kokulu" sebzeler varmış, onlara da bakalım ;
Ülkesinde minik kaplarda Humus satılıyor ve o çok seviyormuş, nasıl yapıldığını biliyor muymuşum;
Aktarlarda (tabii bunu o demedi, uzun bir tariften sonra aktar olduğunu ben anladım) siyah, kuru, kabuk gibi, ipe dizili bir şeyler varmış, o neymiş ;
Baklavacıda görmüş, ince kadayıfın üzerinde yemyeşil bir şey varmış, o neymiş;
Sanırım, bugün neler yapacağımızı söylemeye gerek kalmadı.
Yola koyulduk. Köprübaşında, niyetimizi anlamış gibi Nasreddin Hoca kazanlarıyla bize bıyık altından gülümsüyordu.
Hamamyolu girişinde her zaman mis gibi taze kavrulmuş - çekilmiş kahve kokar, Mila da bu baştan çıkarıcı kokuya kapıldı, doğru o tarafa yöneldi. Evde kahve var diyerek zor toparladım.
Giyim, ayakkabı, tekstil, züccaciye v.b. mağazalarla hiç işi yoktu. Büyük bir şarküteri mağazasına girdik. Envai çeşit peynir, zeytin, bal, sucuk, pastırma...
Uzun uzun baktığımızı görünce seçemiyoruz sandılar, menşeylerini ve özelliklerini anlatıp tattırmaya başladılar. Mila önce ne olduğunu anlamadı ama sonra hoşuna gitti. "Burada aç kalınmaz." diye gülümsüyordu. Petekli balı ise sadece belgesellerde görmüş.
Sonra kuyumcular çarşısına gittik. Altından çok gümüşlerle ilgilendi, kızı için bileklik bakıyordu. Bu arada dikkatini çekmiş, "Herkes bana bakıyor, yabancı olduğum çok mu belli oluyor?" dedi. Türk standartlarına göre çok uzun boylu olduğu için baktıklarını söyledim. Yoksa ne giyiminde ne de tipinde göze batacak bir durumu yoktu.
Tarihi Taşbaşı çarşısında kuru yemişçiler ve aktarlar en favori mekanlarımız oldu, hiç birini es geçmedik. "Siyah, kuru, ipe dizilmiş" şeylerin patlıcan kurusu olduğunu öğrenince hayreti görülmeye değerdi. Peki nerede kullanılıyormuş... Biber dolması gibi deyince, sıcak suyla haşlanıp nasıl yumuşatılacağını, nasıl doldurulacağını anlattım. "Bunlardan kesin almam lazım." diye kararını vermişti bile.
Kadayıfın üzerindeki yemyeşil şeyin de Antep fıstığı olduğuna önce inanmadı. Sonra anlaşıldı ki o sadece kavrulmuş Antep fıstığı görmüş ki rengi sarı-krem oluyor.
Öğlen olup acıkınca Eskişehir'in meşhur çiğböreğini yemek üzere Papağan Çiğbörekçisinde yerimizi almıştık bile. Ayranla harika gidiyor. Hem lezzetli hem de hesaplı olduğu için her zaman fazlasıyla rağbet görüyor. "Hadi kalkın da biz oturalım." diye gözümüzün içine bakanları daha fazla bekletmeden kalktık ve 2 Eylül caddesine yöneldik.
Bu gezdiğimiz bütün yerler yani şehir merkezinin neredeyse tamamı araç trafiğine kapalı, tam bir yaya cenneti. Engelliler ve bebek arabalı annelerin rahatça dolaşabilmesi için de gerekli her türlü düzenleme yapılmış. Sadece gece, belli saatler arasında araçlar girebiliyor.
Bir fırının önünde durakladık. Mila, çeşit çeşit ekmekleri, çörekleri inceliyordu. Eskişehir'e has haşhaşlı ekmeği ( çörek diyen de var) gösterdi, özelliği ne diye sordu. Bol haşhaşlı, dedim. Gözlerinin büyümeye başladığını görünce, yanlış söylediğimi anladım ve hemen, bir çeşit gelincik tohumu diye devam ettim. Ama tamamen rahatlaması için " Merak etme, uyuşturucu maddeyle hiç bir alakası yok." diye ilave etmem gerekti. Kahvaltıda yemek üzere cevizlisinden aldık.
Meyve - sebze reyonu zengin olan bir markete girdik. Salata yapmak için çeşit çeşit sebzeler, yeşillikler aldık. Domatesleri, salatalıkları kokluyor, "Bunların ne güzel kokusu var, bizimkiler iyice yapay." diyordu.
Yine koklaya koklaya çilek, kayısı ve üzümler seçildi.
Elimiz kolumuz doldukça yavaş yavaş eve yöneldik. Madem bugün yiyecek içecekten gidiyoruz ve Eskişehir' e özgü tatları tanıtıyoruz, Kara Kedi Bozacısına uğramamak olmazdı. Üç kuşaktır devam eden, tadı hiç değişmeyen, kaliteden ödün vermeyen bir Eskişehir klasiği. Mila hemen bir bardak içip, bildiği bozadan çok farklı olduğunu söyledi. Eve de bir kilo aldık.
Akşam yemeği hazırlıklarına
başladığımızda, Mila büyük zevkle salata yapmaya girişti. Ben de buz
dolabında bulundurduğum haşlanmış nohutla humus yapmaya başladım. Nohut, tahin, biraz sarımsak, limon ve tuzu robottan geçirdim ve humusumuz hazırdı. Mila da öğrenmek için takip ediyordu. Nohut haşlamayı denediğini ama basınçlı tencerede pişirmesine rağmen sert kaldığını anlattı. Bir gün önceden ılık suda bekletmesi gerektiğini söyledim. Artık çok sevdiği humusu kendi yapacağına eminim.
Tekrar çıktık, bu sefer İsmet İnönü veya halk arasında dendiği gibi Doktorlar caddesinden ilerliyorduk.
Mila, gelmeden önce Türkiye' deki yaşantının Arap ülkelerindeki gibi olmasa da, yakın olduğunu düşündüğünü; Ayrıca dünyada yaygın olan " Müslüman = Terörist " imajını belli çevrelerin hak ettiğini düşünmekle birlikte ürkütmekten de geri kalmadığını söyledi.
Ama buraya geldikten sonra kafasındakinden çok farklı bir Türkiye gördüğünü söyledi. Birçok sosyal sorununu halletmiş, ekonomisi güçlü ve canlı, genç nüfusuyla dinamik, düzenli, temiz...Ve hemen ilave etti, " Ne işiniz var Avrupa Birliğinde, ihtiyacınız yok ki."
Gözlemlerine göre, giyim ve davranış bakımından birçok farklı tipte insanın bir arada, birbirini yadırgamadan ve kaynaşmış şekilde yaşadığını söyledi. ABD' de de çok farklı insanların yaşadığını ama her kesimin kendi yaşantı biçimi olduğu ve aralarında buradaki gibi bir birliktelik, kaynaşma olmadığını ilave etti.
Diğer bir gözlemi de, burada herkesin bir başkasıyla rahatlıkla diyaloğa girebildiği, (yanımda dolaştığı için böyle algılamış olabilir :)) yardıma hazır, sıcak ve güler yüzlü olduğu yönünde.
Tatlı yiyelim tatlı konuşalım sözü boşuna olmasa gerek :))
Bugünü de Espark AVM' de tamamladık.
Arkası yarın......
Tako je isto i sa Srbijom.Ko dodje uveri se u lepotu nase zemlje,dobru hranu,kulturne i obrazovane ljude,gostoljubive.A svet ,zbog svojih razloga zeli da budemo neko,kome nije mesto u EU.Turska je u jos boljoj poziciji jer ima dobru ekonomiju.Uvek citam i gledam vase postove.I odusevljena sam.Pozdrav:))
YanıtlaSilMerhaba,
SilSırbistan'a gitmedim ama durumun dediğiniz gibi olduğu hakkında bilgim var. Avrupa Birliğinin bazı avantajları olduğu gibi olumsuz etkileri de görülmektedir.
Türkiye hakkında dediklerinize de katılıyorum.
Yazılarımı takip ettiğinize, beğendiğinize ve en çok da bunu yazdığınız için çok teşekkür ederim.
Üç kez Eskişehir'e gittim, hatta dünür oldum ama böyle gezmedim. Ne güzel anlatmışsınız. Bir gün gelsem beni de gezdirir misiniz ? :)
YanıtlaSilBüyük zevkle, buyurun beklerim :)
SilBu güzel yorum için çok teşekkürler.
Eline sağlık çok güzel yazmışın bir Eskişehir li ve Eskişehir aşığı olarak çok beğendim :)
YanıtlaSilHoş geldin,
SilEskişehir zaten güzel olduğu için, hakkında yazılanlar da güzel oluyor.
Çok teşekkür ederim.
Bu arada ne çok Eskişehir'li varmış tanıdıkça daha da mutlu oluyorum.;)
SilÇok güzel anlatmışsınız yine, yani Eskişehir'i bilsem bile tüm detaylar bir araya gelince yeniden daha bir sevesim geldi;) Hakikatten detaylarımız hoş demek ki;)) hihi..
YanıtlaSilSevgili Handan Hanım,
SilEksiklerimizin farkında olacağız ki düzeltebilelim. Ama iyi ve güzelin de farkında olmalıyız ki değerini bilelim. Aksi takdirde ancak kaybettiğimiz zaman ne kadar değerli olduklarını anlarız.
Mesela, İzmir'deki oğlum geldiği zaman mutlaka Pino'da yemek yer, Hamamyolu girişindeki kahvecilerden taze kahve, Kara Kedi'den boza alır. Kahvaltıda haşhaşlı ister. Hallerdeki tatlıcıdan sütlü tatlı, Atatürk caddesindeki Anadolu pastanesinden dondurma ve çiğbörek yemeden dönmez. Tanınmış Helvacının helvasını da çok sever ama kilo endişesiyle yanaşmaz.Sorunca da, Eskişehir'in markaları kaybolmasın der.
Hak vermek lazım, gittiğiniz her şehirde aynı zincir markalarını görseniz ne farkı ne özelliği olabilir ki.
Sevgilerimle
Mila'ya bir özendim bir özendim. ne güzel bir rehber ve arkadaş bulmuş gezmek için. dolu dolu Eskişehir turu olmuş.Mila'nın Eskişehir'i görüp tüm şehirlerimizi öyle düzenli nezih sanmasına güldüm :)
YanıtlaSilahhh tüm şehirler Eskişehir gibi olsa, avrupadan ödüllü bir şehri gezmesi, Türkiye imajı için çok isabetli olmuş.
Kardeşimde çok söylüyor amerikalılar bizi çölde yaşayan ,develere binen insanlar sanıyormuş. her gördüğü amerikalıya açıklamak zorunda kalıyormuş.Türkiye'nin dışarda çok kötü bir imajı var, ne yazık ki bunda hem dış güçlerin özel olarak Türkiye'yi karalayan propagandalar yapması, hem de Türkiye'nin bu kötü propaganda karşısında en ufak bir düzeltme çabasında olmaması etkili tabii. 2 milyonluk ermenistan kadar lobicilik faaliyetimzi yok ne yazık ki.Neyseki senin gibi insanlarımız yabancı misafir ağırlamayı çok iyi yapıyor da devletin yapamadığı imaj düzeltme işini yapıyor.
ayrıca petekde bal biz çok görüyoz bal reklamlarında, ama gel görki gerçek bal değil ahhh bir bilse Mila :)
çok tatlı bir gezi yazısı olmuş :)
çok güzel bir ev sahibisin kutlarım :)
sevgiler sana ve Mila'ya
:)) Çok sağ ol Filiz'ciğim, gel seninle de gezeriz. Hem sana çok daha ayrıntılı anlatırım, sıkılmazsan tabii :)
SilSen merak etme, Mila sadece Eskişehir izlenimleriyle kalmayacak. 3-4 gün de İstanbul serüvenlerimiz olacak :)
Bu çölde yaşayıp develerle gezme hikayesine benzer bir şey de İstanbul'da yaşanmış. Ünlü birine İstanbul'u tanıtırken "Burası Avrupa, karşısı Asya." demişler. O da "Aaa, orada çinliler mi yaşıyor ?" demiş.
Yani Filiz'ciğim, Amerikalıların büyük çoğunluğu sadece Türkiye'yi değil, kendi kasabalarından başka hiç bir yeri bilmiyorlar. Onların okullarında bizdeki gibi taa Madagaskar adasının yüz ölçümü, nüfüsü ve ne ekip biçtikleri öğretilmiyor.
İçten sözlerin için çok teşekkürler ve davetim çok ciddidir, her zaman beklerim. Bakarsın İzmir' e gittiğimde de sen beni gezdirirsin :)
Kucak dolusu sevgilerimle
vallahi ben senin gibi güzel gezdiremem, hatta sen izmir'e gelirsen beni gezdirirsin. beraber keşfederiz izmir'i, hatta ben arada şu cümleleri kurarım ana buradaki bina nerden çıktı hiç görmedim :) bu kadar yabancıyım İzmir'e :) hiç öyle bilgilendirici bir gezi olmaz yani. aha şu kemeraltı çarşısı derim , bir de saat kulesi benim bilgi bu kadar.Nerde senin gibi bilgilendirici rehberlik bende.
Silgezi yazılarını , belgesellerini severim.
asıl ben teşekkür ederim bu tatlı yayın için.
Tamam Filiz'ciğim, beraber keşfederiz İzmir'i :))
SilSenin güzel sohbetin yeter de artar bile.