30 Mayıs 2013 Perşembe

İSTANBUL, SULTAN AHMET MEYDANI ( Yabancı Gözüyle )


Mila ile 6. günümüz...
İstanbul' a ilk defa gelen bir yabancı ilk olarak nereye götürülür...Sultan Ahmet meydanına. Ben de aynen öyle yaptım.

Avcılar'da, oğlumun evinde kalıyoruz. Sabah taksiyle metrobüs durağına gittik. Akbillerimize para yükledim ve işte dün gördüğümüz insan seli akan üst geçitteydik. Turnikelerden geçtik ve binebileceğimiz kadar boşluk olan metrobüs kollamaya başladım. Devamlı binenler, kaldırım taşlarındaki kırık-çizik gibi izleri bellemişler sanki, öbek öbek olup bekliyorlar, metrobüs durunca tam kapı önlerine denk geliyorlar. Her işte tecrübeli olmak fark yaratıyor. Neyse koca koca adamlar itiş kakış bindikten sonra biz de bir şekilde bindik. Bir taraftan Mila'yı gözden kaybetmemeye dikkat ediyorum bir taraftan da tutunacak bir yer arıyordum. Onun boyu uzun olduğuna en tepedeki borulara rahatça tutunuyor. Ayakta da olsak, hiç olmazsa hızla ilerliyorduk, yan yollardaki araçlar gibi trafikte takılıp beklemiyorduk. 
         Zeytinburnu'da indik ve yine üst geçitten geçerek bu sefer de tramvaya bindik. Mila büyümüş gözlerle bakınıyordu. Ben de bir taraftan bir şeyler anlatmaya çalışıyordum. Omuz omuza yolculuk yaptığımız etraftakiler bizi duyuyor ama belli ki artık turistlere çok alıştıkları için başka dilde konuşmamıza aldırış etmiyorlardı. 
     Topkapı'da tarihi surlardan geçtik ve artık eski şehir içine girmiştik. Bizans imparatorları sefer dönüşü bu kapıdan şehre girer, halkı selamlaya selamlaya ilerler ve şimdi Sultan Ahmet Camisinin olduğu yerde bulunan saraylarına ulaşırlarmış. Çemberlitaş sütunu ilk yapıldığında üzerinde doğan güneşi selamlayan Apollon heykeli varmış. Daha sonra Bizans imparatorları bu heykeli indirip yerine kendi heykellerini koymayı adet edinmişler.
Fatih de İstanbul'u fethettikten sonra  ilk olarak bu kapıdan girmiş ve aynı yoldan ilerleyerek Aya Sofya'ya gitmiş.
                Eveet, biz de oradayız işte. 
Tramvaydan indiğimizde bambaşka bir dünyaya adım atmış gibi olduk. Mila derin bir ohh çekti. Geniş bir meydan, bol ağaçlı yeşil alan ve asırlardır orada duran farklı medeniyetlere ait abideler: Antik Mısır'ın dikili taşları, Doğu Roma İmparatorluğunun (Bizans) Aya Sofya'sı, Osmanlı İmparatorluğunun Sultan Ahmet Camii ve Alman İmparatoru 2.Wilhelm'in hediyesi Alman çeşmesi. 
Zamanda geriye gittik derdim, eğer onlarca turist otobüsü olmasaydı. Ve nasıl mahşeri bir kalabalık ! Mila'nın demesiyle ; Sanki bütün dünyanın insanları buraya akın etmişti. Her ırktan, her milletten insanlar ve tabii her türlü dilde konuşmalar duyuluyordu. Aya Sofya'nın önündeki 5-6 tane upuzun ziiyaretçi kuyruğunu görünce oracıktaki bir banka çöktük. "Biz bugün buraya giremeyiz. Etrafı dolaşalım, yarın sabah saat 5'te gelelim..." Nasıl bir manzara olduğunu anlayın artık. 
Karşımızdaki bina, 1500 yıldır oradaydı, neler neler görmüştü kim bilir... Türkler İstanbul'u ele geçirdiğinde bile 900 yaşındaymış. 
Arkamızdan gelen neşeli seslere doğru dönüp baktğımızda renkli elbiseleriyle macuncuyu gördük. Bana soran gözlerle bakan Mila'ya, ne olduğunu anlatınca; "Haa,çubukta şeker...Demek ki lolipop, horoz şekeri fikri buradan geliyor !" 

Aya Sofya'ya girme konusunda gözümüz korkunca, Bizans'ın stadyumu-Osmanlı'nın At Meydanına doğru yöneldik. Sultan Ahmet camisi önüne geldiğimizde , burada da ziyaretçi kuyruğu olduğunu ama hızlı ilerlediğini görünce hemen yanaştık. Bütün dış avluyu çepeçevre dolanan kuyrukta konuşa konuşa girişe kadar geldik. Ayakkabılarımızı çıkarmamız gerektiğini söyleyince Mila çok yadırgadı. Buranın müze olmadığını, cami olarak faal olduğunu ve namaz kılarken başımızı, yüzümüzü yere koyduğumuz için yerlerin temiz olması gerektiğini açıkladım. Bazı şeyleri anlamakta güçlük çekiyor, bu da onlardan biriydi sanırım. Neyse ki başımızı örtme konusunda hazırlıklıydı sanki.
Caminin diğer kapısından çıktığımızda, parkın içinden tekrar Aya Sofya'ya doğru ilerledik. Hürrem Sultan tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan Haseki Hamamı önüne kadar geldiğimizde baktım, Mila gülerek gözlerini bir yere dikmiş. Döndüğümde, Maraş dondurmacısını gördüm. Müşterisine meşhur numaralarını  yapıp, bir türlü dondurmasını vermiyordu. Fotoğraf makinasına sarıldı hemen. Dondurma alalım mı dedim, boğazım ağrıyor, dedi. Epey seyrettikten sonra, "Sizin her işinizin bir de şov tarafı oluyor." dedi. Haklı galiba.
            Cesaretimizi toplayıp Aya Sofya kuyruğuna girmeye karar verdik. Meğer önce bilet kuyruğunda beklenip bilet alınıyor, sonra da giriş kuyruğuna geçiliyormuş. Benim, müze kart olarak da kullanılan banka kartım vardı ama Mila için bilet alacaktık nasıl olsa. Sıradaki turistleri inceliyordum, Türk olmadıkları nasıl da belli ; Kuzu kuzu bekliyorlar, hiç kaynak  yapan veya çaktırmadan öne geçmeye çalışan olmuyordu. Bizimki genetik bir durum mu acaba ?

        Nihayet Aya Sofya'nın içindeydik. Bir müddet bakına bakına gezindikten sonra Mila; Kiliselerde, başta kubbede olmak üzere her tarafta ikonalar (duvar resimleri) olması gerektiğini, burada olmadığına göre, Osmanlı zamanında yok edilmiş olmalı diye konuştu. Ben de, fetihten sonra sadece bu kiliseye değil, şehirdeki hiç bir şeye zarar verilmediğini, bunu bizzat Fatih'in emrettiği ve gözettiğini söyledim. Camiye dönüştürülürken ikonaların üzerinin kireç badana ile kapatıldığını ki bu da aslında onların çevre şartlarından korunmasına yardımcı olduğunu, ancak 
binanın depremlerde birkaç defa büyük hasar gördüğünü, kubbenin de tamamen yıkıldığını anlattım. Osmanlılar tarafından birçok defa  onarım gördüğünü ve en son Mimar Sinan tarafından ilave edilen minareler ile birlikte deprem takviyeleri yapıldığından beri binanın çok daha dayanıklı hale geldiğini anlattım. Aya Sofya'nın belli yerlerinde günümüze kadar kalmış ikona bölümlerinin nasıl korunduğunu ve ancak etraflarının yaldızlı desenlerle bezendiğini görünce biraz aklına yatmaya başladı. Dedim ki , eğer kiliseleri yok etme gibi bir niyetleri olsaydı, en başta Topkapı Sarayı avlusundaki Aya İrini kilisesini yıkar veya camiye çevirirlerdi ki böyle bir şey olmamış. Diğer taraftan, her ne kadar hristiyanlar Hz. Muhammed'i peygamber olarak tanımasa da müslümanlar, kutsal kitabımızda da geçtiği için Hz. İsa'ya peygamber olarak inanır ve saygı duyarlar. Gözleri uzaklara dalarken "Yeniden gözden geçirmem ve düşünmem gereken konular bunlar." dedi. Ve ilave etti : "Batıda, müslümanların dogmalarla eğitildiği, diğer dinlere hiç toleransı olmadığı, kültür ve sanat eserlerine değer verilmediği yönünde yaygın kanı var. Hatta son yıllarda bu, müslüman = terörist haline geldi."
Bu konuları daha çok konuşacaktık, yolda, yemekte, kahvelerimizi yudumlarken.
Aya Sofya'nın bir bölümünde, ingilizce tanıtım videosu yayınlanıyordu. Büyük ilgiyle izledikten sonra, senin anlattıkların daha anlaşılırdı, dedi.

Tekrar dışarıdaydık ve fena halde acıkmıştık. Hemen yakındaki Sultan Ahmet  Köftecisine gittik. Çok mu lezzetliydi, biz mi çok acıkmıştık karar veremedik. Eee karnımız doyunca gözümüz envai çeşit tatlılarla "yıkılan" vitrinlere yöneldi. Divan Yolundaki bir tatlıcının üst katında fıstık sarma ve burma kadayıflarımızı yerken bir taraftan da kahvelerimizi içtik ve koyu sohbetlerimize devam ettik.

Dinlenip toparlandığımıza kanaat getirince  tekrar yollara düştük. Cağaloğlu'dan aşağıya doğru yürüdük, Eminönü'ne indik. Mila neredeyse adım başı fotoğraf çekiyordu. 

Olmazsa olmazlardan biri, Mısır çarşısına gittik. Aman Allahım, ne kalabalık ! Bizim esnaf meğer kendini turizme çok iyi hazırlamış, her dili bülbüller gibi konuşuyorlar. 
Bir tanesi çok azimliydi ; Fransızca dil döktü, benden tepki gelmeyince İngilizce
devam etti, baktı gene yok Rusçaya geçti. Çözemeyince "Wher are you from?" diye ısrar etti. "Türkçe konuş, Türkçe !" deyince, bastı kahkahayı.

Mila'nın dikkatini hangi dükkanların çektiğini anlamak için fotoğraflara bakmanız yeterli.

Eve döndüğümüzde pestil vaziyetindeydik ama azimle devam edeceğiz.

Arkası yarın....

 
.









































































9 yorum:

  1. ooo bütün İsatanbul'u gezmişsiniz nerdeyse fotoğraflı anlatım harika

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Daha gezilecek çok yer var :))

      Beğendiğine sevindim ve yazdığın için teşekkürler.

      Sil
  2. Valla okudum desem yalan olur ama resimlere baktım çok güzel kareler çıkmış ortaya benden bu kadar.. son cümleye bende güldüm.. :) sevgiler..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Canın sağ olsun Ceyda'cığım, vakit ayırıp yazmışsın gene de :))

      Sil
  3. Nasıl akıcı bir gezi programı İstanbul 'u nekadar özlemişim meğer gitmiş kadar oldum :) Sanki roman okuyorum birdahaki bölümü sabırsızlıkla bekliyorum Nowa hanım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ahh, çok teşekkürler Nur' cuğum.

      Madem özledin İstanbul'u, takıl bize :))

      Sil
    2. Ah keşke çocuklarım büyük olsa hiç düşünmem gelirim :)

      Sil
  4. O kadar güzel anlatmışsın ki hayran hayran okudum hele ki Mila'ya, bizim hristiyanlığa bakışımızı ne kadar güzel anlatmışsın. İyi ki senin gibi ülkesini, insanını tanıyan,tarihini bilen ve ülkesini çok güzel temsil eden kültürlü insanlar var. sayınız daha da çoğalsın. bu ülkenin senin gibi özel insanlara ihtiyacı var.
    Hayran oldum, özellikle Mila'nın sorduğu sorulara verdiğin güzel cevaplara.
    Sevgiler Güzel insan :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Filiz,
      En başta vakit ayırıp okuduğun için çok teşekkürler. Zira biraz uzunca yazıları okumak birçoğumuza zor geliyor.

      Ülkemle, insanımla ilgili doğruları bir yabancıya bile anlatabilmek için gerekirse 3 ay aç gezerim, gene de onu en iyi şekilde ağırlarım. Çünkü bilirim ki o ( bir! ) kişi ikna olursa ve gördüklerinden etkilenirse, bunu döndüğünde oradaki arkadaşlarına da anlatacaktır. Hatta yeri geldiğinde savunucumuz olacaktır.

      Nitekim, Mila ülkesine döneli 20 gün oldu. Dün Skype ile görüştük ve aynen düşündüğüm gibi olduğunu anladım. Gördüklerini, yaşadıklarını arkadaşlarına uzun uzun anlattığını ve hep beraber Türkiye'ye gelmek istedklerini, hatta 5-6 arkadaşı ile birlikte Türkçe öğrenmeye karar verdiklerini söyledi.

      Benim için söylediğin övgü dolu sözler için ayrıca teşekkür edrim. Ben herkesin, bu millete, devlete "borcunu" ödemek için kendince, gücü yettiğince bir şeyler yapması gerektiğini düşünüyorum. Belki biraz trajik olacak ama Orhan Veli'nin şiiri ile bitirmek istiyorum :


      Neler yapmadık şu vatan için.
      Kimimiz öldük,
      Kimimiz nutuk söyledik.

      Sil

İçinizden nasıl geliyorsa.